Zamanın ve Yerin Arasında Bir Yolculuk

Marakeş’e ilk adımınızı attığınızda, şehrin sizi karşılayışı çok katmanlıdır. Hem yabancı, hem ev sahibi gibi hissettiğiniz bir yer. Medine’nin dar sokaklarında ilerlerken, her bir köşe bir sır saklar, her bir taş bir hikaye anlatır. Çarşılar, insanlar, satıcılar—hepsi birer figür, birer karakter gibi. Ama burası sadece geçmişin yankılarıyla değil, aynı zamanda tüm geçmişin özetiyle doludur. Paul Theroux’nun gözleriyle bakınca, burası sadece bir şehirdir—aynı zamanda geçmişin, kültürün ve insan ruhunun karmaşık bir birleşimidir.

 

İlk bakışta Marakeş, zamanın ne kadar esnek olduğunu hatırlatıyor. Jemaa el-Fna Meydanı’nda kaybolduğumda, zaman duruyormuş gibi hissediyorum. Bir yanda yılan oynatıcıları, diğer yanda akşam namazını kılmak için gelen kalabalık… Her şey bir oyun gibi. Bu meydanda, gerçeklik ve hayal arasındaki çizgi giderek bulanıklaşıyor. Her bir satıcı, her bir performans, her bir tezgâh, tıpkı Bruce Chatwin’in yazdığı gibi, yalnızca birer figür değil, birer efsane oluyor. “Bir insan, bir şehri anlamaya çalıştığında kaybolur,” der Chatwin, ve burada kaybolmak, kendini yeniden bulmaktır.

Yavaş Seyahat: Geçmişin İzinde Kaybolmak

Marakeş’te bir gezginin en büyük farkı, şehri hızla geçip gitmek yerine onun içinde kaybolmayı öğrenmesidir. Burada, her anın önemi, her soluklanmanın değeri var. Şehre adım attığınızda, o yalnızca fiziksel bir yer değil, aynı zamanda bir ruh, bir geçmişin, bir kültürün derin izleriyle dokunmuş bir zaman dilimidir. Rolf Potts’un yazılarındaki gibi, burada geçirilen her an, sadece bir seyahat değil, bir içsel yolculuktur. Baharat çarşılarında dolaşırken, kokuların yoğunluğu, sıcak havanın içimi zorlaştıran etkisi, bir yanda sokak çocuklarının gülüşmeleri ve diğer yanda dükkanlarda geleneksel kumaşları gözlerken, insan düşünmeden edemiyor: Burası, yolda geçirilen zamanın kendisidir—geçici ama kalıcı.

Bir yanda özgürlük, diğer yanda geçmişin izleri… Marakeş’te kaybolduğunuzda, aslında geçmişin kaybolmuş izlerini arıyorsunuz. Medine’nin dar sokaklarında, Paul Theroux’nun “her bir yer, kaybolan bir zamanın izini taşır” dediği gibi, burada kaybolmak bir tür arayışa dönüşüyor. Bütün yollar, her duvarın arkasında bir hikaye, her köşe başında bir zaman dilimi saklı. Her an, geçmişin bir parçası gibi karşınıza çıkıyor.

Bütünlüğü Bulmak: Çölün ve Şehrin Arasında

Bir akşam, Koutoubia Camii’nin minaresine doğru yürürken, gün batımının şehri nasıl sardığını fark ettim. Akşamın soğuk havası, günün sıcağının etkilerini silerken, çölün sakinliğini şehre taşır. Bruce Chatwin’in, “çöl, zamanın sıfır noktasıdır” dediği gibi, burada zamanın anlamı kayboluyor. Çöl, sadece bir boşluk değil, bir tamamlanmışlık halidir. Ve burada, Marakeş’in içine girdiğinizde, sadece şehirle değil, aynı zamanda kendinizle de bir hesaplaşmaya giriyorsunuz. Şehir, size kaybolmanın sanatını öğretirken, zamanın bir yanılsama olduğunu da hatırlatıyor.

Bir gezgin olarak, yavaşça kaybolmak, aslında bir tür tamamlanma, bir bulmaca çözmek gibi bir şey. Rolf Potts’un uzun süreli seyahatin gücüne dair söylediklerini hatırlıyorum: "Gezginin gerçek yolculuğu, dünyanın uzak köylerinde değil, kendi içinde başlar." Marakeş’teki her adım, bir içsel keşfe dönüşüyor. Burada geçirilen zaman, sadece dış dünyaya değil, iç dünyanıza da bir seyahat olur.

Sonunda, Kaybolmak ve Bulunmak

Marakeş, her şeyi geride bırakıp bir şeyler bulmak değil, aslında bulduğunuzu fark ettiğiniz yerdir. Çölün derinliklerinde, tarihin katmanlarında kaybolurken, kendi kimliğinizin parçalarını buluyorsunuz. Paul Theroux, zamanın, insanların ve şehirlerin bir tür evrende kaybolmuş izler olduğunu söylerdi—ve Marakeş, bu izlerin kaybolmaya başladığı, ama aslında her şeyin içinde yeniden var olduğu bir yerdir. Burası, kaybolmayı kabul ettiğinizde bulduğunuz bir dünyadır.

Burası, Chatwin’in deyişiyle bir efsanenin gölgesinde var olmanın, Potts’un felsefesinde bir özgürlüğün buluştuğu yerdir. Kaybolan her şey, sonunda yeniden bulunur. Ve Marakeş’te kaybolduğum her an, bana yolda olmanın ne kadar gerçek olduğunu hatırlatıyor.